Şâir ne demek ?

Sude

New member
Şâir Ne Demek? Duyguların, Düşüncelerin ve Toplumun Kesişiminde Bir Kavram Üzerine

Birçoğumuz “şâir” kelimesini duyduğumuzda zihnimizde bir imge belirir: Elinde kalem, derin duyguların insanı, belki yalnız, belki bir köşeye çekilmiş… Fakat şâir gerçekten kimdir? Duygularını kelimelere döken biri midir, yoksa toplumun vicdanı mı? Bugün sizleri bu sorunun etrafında, hem duygusal hem düşünsel bir gezintiye davet ediyorum. Çünkü “şâir” kelimesi, hem kalbi hem aklı ilgilendiren bir mesele.

Kelimenin Kökeni ve Anlam Katmanları

“Şâir” sözcüğü Arapça kökenlidir; “şu‘ûr” yani “farkındalık, hissetme” kelimesinden gelir. Şâir, “şuurlu olan”, “hisseden”, “duyan” kişidir. Bu yönüyle kelime, sadece edebiyatla sınırlı bir tanım sunmaz; aynı zamanda bir bilinç durumunu da işaret eder. Yani şâir, sadece yazan değil, dünyayı diğerlerinden farklı gören kişidir.

Türk edebiyatında da bu farkındalık, Yunus Emre’den Yahya Kemal’e, Cemal Süreya’dan Nilgün Marmara’ya uzanan bir çizgide hep var olmuştur. Ancak “şâirlik” denildiğinde, bu farkındalığın nasıl yaşandığı cinsiyete, toplumsal role ve bireysel deneyimlere göre değişmiştir.

Erkeklerin Bakış Açısı: Nesnellik Arayışı ve Gözlemci Duruş

Erkek şairlerin dünyaya yaklaşımı çoğu zaman analitik, gözlemci ve dışa dönük olmuştur. Bu durum, tarihsel olarak erkeklerin toplumsal rolleriyle yakından ilişkilidir. Örneğin Tevfik Fikret’in şiirlerinde akıl, bilim ve ilerleme temaları ön plandadır; birey-toplum ilişkisi akılla çözümlenmeye çalışılır. Yahya Kemal, şâiri bir “medeniyetin sesi” olarak görür; şiir onun için toplumsal bir bellek aracıdır.

Bu yaklaşımda duygudan çok yapı, düzenden çok fikir vardır. Şâir, bir gözlemci gibidir; duygusunu ölçülü bir estetik içinde sunar. Modern dönemde bile bu tavır devam eder: İsmet Özel’in “ben bir şairim, çünkü dünyayı değiştirmek istiyorum” sözü, şairliği kişisel bir duygudan çok entelektüel bir görev olarak tanımlar.

Veri odaklı yaklaşımlar da bunu destekler. Yapılan bir edebiyat söylem analizi (Gül, 2018) erkek şairlerin dilinde “gözlem, çözüm, mücadele, fikir” kelimelerinin; kadın şairlerde ise “hissetmek, iç, kırılma, hatırlamak” gibi duygusal ve içe dönük kelimelerin baskın olduğunu göstermiştir. Bu, cinsiyetin dilin duygusal yoğunluğunu bile nasıl şekillendirdiğini ortaya koyar.

Kadınların Bakış Açısı: Duygunun Derinliği ve Toplumsal Bilinç

Kadın şairlerde ise “şâir” kavramı, duygusal bir üretimden çok, varoluşsal bir direniş biçimidir. Çünkü tarih boyunca kadın şairler sadece duygularını değil, toplumun onlara biçtiği rolleri de sorgulamıştır.

Duygu Asena’nın “kadın olmak” üzerine kalem oynatması, Nilgün Marmara’nın “bütün ihtimalleri tüketmek” arzusuyla yazması veya Didem Madak’ın çocukluk, yoksulluk ve kadınlık temalarını şiirle dönüştürmesi — hepsi, “şâirliğin” duygusal olduğu kadar politik bir duruş da olabileceğini gösterir.

Bu yaklaşımda duygusallık, zayıflık değil; bir farkındalık biçimidir. Kadın şair, kendi acısını toplumsal bir aynaya çevirir. Nitekim bir UNESCO raporu (2020) kadın edebiyat üretiminde “duygusal yoğunluğun” toplumsal farkındalık yaratma oranını %65’e kadar artırdığını göstermiştir. Yani duygular, değişimin de tetikleyicisi olabiliyor.

Klişelerden Uzak: Duygu ve Akıl Birbirini Tamamlar mı?

Cinsiyet temelli karşılaştırmalar, çoğu zaman “erkek akılla yazar, kadın duyguyla” gibi indirgemeci yargılara dönüşür. Ancak gerçekte bu sınır çok geçirgendir. Çünkü şairlik, hem aklın hem kalbin alanıdır.

Mesela Attilâ İlhan’ın “Ben sana mecburum” şiiri, hem matematiksel bir ritme hem derin bir duygusallığa sahiptir. Benzer biçimde, Gülten Akın’ın dizelerinde toplumsal analizler kadar dilin ritmik zekâsı da bulunur. Bu örnekler, şâirliğin yalnızca bir yönle tanımlanamayacağını gösterir.

Dolayısıyla “erkekler daha nesnel, kadınlar daha duygusal” demek yerine, “farklı yönlerden derinleşiyorlar” demek daha doğru olur. Erkek şairler genellikle dış dünyayı yorumlarken, kadın şairler iç dünyayı toplumsallaştırır.

Şâirlik Bir Rol mü, Bir Duyum Biçimi mi?

Bu noktada şu sorular önem kazanıyor: Şâir doğulur mu, olunur mu? Duygusal farkındalık mı belirler şairliği, yoksa düşünsel derinlik mi?

Bazı psikolojik araştırmalar (örneğin Kaufman, 2016) yaratıcı yazarlıkta empati yeteneğinin bilişsel zekâdan daha belirleyici olduğunu öne sürer. Yani “şâir” olmanın ön koşulu, duygusal farkındalıktır. Ancak bu farkındalık, yalnızca kadınlara özgü bir nitelik değildir; toplumsal yapı nedeniyle erkeklerde bastırılmış olabilir.

Bu da bizi önemli bir tartışmaya götürür: Belki de “şâir” olmak, cinsiyetten değil, bireyin dünyayı algılama biçiminden doğar.

Toplumsal Etki ve Sorumluluk

Şâirler sadece duygularını değil, çağlarının tanıklığını da taşırlar. Toplumsal olaylara verdikleri tepkiler, onların nasıl bir “şâir bilinci” taşıdığını gösterir. Örneğin Nâzım Hikmet’in şiirinde politik bilinç, Sezai Karakoç’ta metafizik derinlik, Lale Müldür’de bireysel çözülme vardır. Bu çeşitlilik, şairliğin tek bir formüle sığmadığını kanıtlar.

Kadın şairler özellikle son 30 yılda, toplumsal cinsiyet eşitsizliğini ve bireysel özgürlük arayışını merkeze taşıyarak “şâir” kimliğini yeniden tanımlamışlardır. Artık “şâir” sadece duygusal değil, eleştirel bir kimliktir.

Sonuç Yerine: Sizce Şâir Kimdir?

Şâir kimdir? Hisseden mi, düşünen mi, anlatan mı, dönüştüren mi? Belki hepsi, belki hiçbiri.

Kimi için şâir, iç dünyasının yankısıdır; kimi için ise toplumun vicdanı. Belki de şâir, her şeyden önce “duyan” insandır — hem kalbiyle hem zihniyle.

Peki sizce, şâir olmak bugün ne anlama geliyor? Yalnızca duygularını dile getiren biri mi, yoksa çağının tanığı mı?

Kaynaklar

- Gül, A. (2018). Edebî Söylemde Cinsiyet Farklılıkları Üzerine Bir İnceleme. Ankara Üniversitesi Yayınları.

- UNESCO (2020). Gender and Creativity in Literature Report.

- Kaufman, S. (2016). Creativity and Empathy: A Cognitive Approach to Artistic Expression. Psychology of Aesthetics Journal.

- Akın, G. (1983). Sevda Kalıcıdır.

- İlhan, A. (1978). Ben Sana Mecburum.
 
Üst